7 Eylül 2015 Pazartesi

Garson


İstanbul en sert kışlarından birini yaşıyordu. Dondurucu soğuğu sıkı bir rüzgar katmerliyor, yağan tipi yere konamadan gerisin geriye savruluyordu. Her daim kalabalık olan Taksim meydanında bile tek tük insan vardı. Onlar da bir yerlere sığınmaya çalışıyor gibiydiler.

Uzaktan tek kişi gibi görünen, birbirine iyice sokulmuş bir çift, meydandaki muhallebicilerin birine ulaştı nihayet. Erkek kapıyı açtı ve arkadaşının içeri girmesine yardım etti. Sıcak ve hayli nemli bir hava çarptı yüzlerine. Hemen ısınıverdiler. İçerisi kalabalıktı. İnsanların nerelere sığındığı belliydi. Boş bir masa bulup oturdular.
- Birer çorba içeriz değil mi hayatım?
- Bu havada dışarıda olan bir insan başka ne ister ki?
Bir yandan da elinde adisyon bloğu ve kalemiyle başlarında beliren garsonu süzüyordu. Ellili yaşlarda, hafif sarışın, boş mavi bakışlı bir adamdı.
- Ne arzu etmiştiniz?
- Bize iki çorba lütfen.
Bu kısa diyaloğun ardından garson uzaklaştı. Kız garsonun arkasından dikkatlice baktı ve arkadaşına döndü.
- Konuşması biraz garip değil mi?
- Nasıl garip?
- Ağır ağır konuşuyor, geri zekalı gibi.
- Gerçekten de öyle ama.

Kız şaşırmıştı.
- Nasıl yani? Geri zekalı ve burada garson olarak iş bulabiliyor.
- Peki sen garsonun yüzüne dikkat ettin mi? Tanıdık gelmiyor mu?
Kız düşündü, arkadaşı haklıydı. Garsonu daha önce görmüş gibiydi ama üzerinde durmamıştı.
- Daha önce de geldik buraya, ondandır.
- Hayır, iyi düşün, eskileri düşün biraz.
- Eski neleri?
- Filmleri.
- Saçmalama, evet, eski filmlerden sanki böyle bir oyuncuyu hatırlar gibiyim ama ne alakası var geri zekalı bir garsonla.
- Sana bu garsonun hikayesini anlatayım o zaman, ister misin?
- İsterim ama uydurma değil di mi?
- Sen karar ver. Bu abi aslında zeki biriymiş bir zamanlar. Çocukluğunda akıllı lafları ve tüm derslerdeki üstün başarısıyla herkesi etkiliyormuş. Büyüyünce ne olacaksın dediklerinde hep iddialı meslekler söylermiş.
- Astronot falan?
- Gibi. Her seferinde bu meslek değişirmiş. Lisenin sonlarında ailesi onun iyi bir üniversiteye gideceğinden emin fakat hala bir meslekte karar verememesinden de biraz endişeliymiş. Lise de birinciliklerle falan bitmiş ve zeki gencimiz hangi dalda kariyer yapacağını açıklamış.

Bu arada hikayesinin anlatıldığından habersiz garson bir adet çorbayı getirip anlatıcının önüne koydu. Kız şaşkın ve hafif kızgın bir ifadeyle garsona bakınca o da cevap verdi ağır ağır.
- Getiriyorum, sana da.
Garson uzaklaştı.
- Artık şüphem kalmadı. Geri zekalı bu. Eee.. neymiş kararı.
- Oyunculuk.
- Çok iddialı bir meslekmiş, peh.
- Çevresindekiler de aynen senin gibi tepki vermişler. Geleceğin başbakanı gözüyle baktıkları bir insan oyuncu olmak istiyor, hem de o dönemde. O da kendini savunmuş: “Bütün meslekler belli bir literatürü hatmetmek ve onu doğru uygulamaktan ibaret. Ben bunları yapmakla kendimi çok az değerlendirmiş olurum. Oyunculukta ise çalışma alanı insanın kendisidir. Ben kendi kendimi çalışma alanı olarak seçtim ve bu tam bilinemez varlığa doğru yelken açtım.” demiş. Çoğu insan anlamamış yada işlerine gelmemiş. Hepsi burun kıvırmışlar.

Kızın çorbası da geldi sonunda. Garsona farklı bakıyordu artık. Hiç alaka kuramıyordu hikayeyle. “Kaza falan geçirdi heralde” diye düşündü.
- Sonra?
- Sonra konservatuvar yılları ve tabii ki çok başarılı bir öğrencilik. Hocaların hepsi hayran gencimize. Neyse, mezuniyet falan, bizimki hemen iyi tanınan tiyatroların birinde oyunculuğa başlamış. O kadar başarılıymış ki millet onu seyretmek için aylar öncesinden bilet almaya başlamış. Herkesin ortak kanısı bu oyuncuya memleketin dar geleceği, eninde sonunda holivuda kapağı atacağı şeklindeymiş. Nitekim zamanın filmlerinde de ufak roller ve giderek başrol falan oynamaya başlamış. Yurt dışından gazetelere röportajlar vermeye kadar varmış iş. Derken holivud’tan beklenen teklif gelmiş.
- Yok yahu.. Bak heyecanlandım şimdi. Neymiş teklif? Gitmiş mi?
- Gitmiş. Film Fareler ve İnsanlar’mış.
- Yapma ya, rolü anladım galiba, yapma ya!
- Evet aynen öyle, geri zekalı rolünü buna vermişler. Bizimki de tüm yeteneğini, bilgisini ve benliğini vermiş role. O kadar başarılı oynuyormuş ki, bir haftalık set çalışmasından sonra hangi projede oynatsak diye yapımcılar kafa yormaya başlamış. Sonra çekim aralarında bizimkinin çevresiyle iletişimi azalmış. Sessizleşmiş. Sonra söylenilenleri anlamamaya başlamış. Sadece bakıyormuş. Yönetmen çıldırmış tabii. Doktorlar, psikologlar falan kâr etmemiş. Teşhis konamamış. Herkes tipik bir geri zekalı olduğuna eminmiş artık.
- Rolden çıkamamış.
- Aynen öyle. Hatta birkaç üniversitede psikologlar bu vakayı ciddi biçimde incelemeye başlamış. Sonunda Türkiye’ye iade. Bir süre gazetelere manşet falan, sonra unutulmuş gitmiş. Burası onun kardeşinin yeri. Oyalansın diye kenarda oturtmuşlar bir süre, sonra garsonluğu öğretmişler.

- Başka bir isteğiniz var mı efendim?
Kız garsona bakamadı bu sefer. Gözleri doluydu. Arkadaşı bir şey söylesin ona ve gitsin diye dua ediyordu.

Hava hafiften kararıyordu artık. Rüzgar şiddetini iyice kaybetmişti. Kar taneleri rahatça süzülüp konuyorlardı yere. Muhallebicinin buğulanmış camlarından içerisi görünmüyordu. Kapı camlarından biri silindi ve içeriden bir çift mavi göz belirdi. Camın diğer parçasına dışarıdan okunacak şekilde şunu yazdı: “Vardım”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder