12 Eylül 2015 Cumartesi

Sesler


- Şimdi biz bunları yakalayıp buraya getirsek ve çalıştırsak yasal bir engel çıkmaz yani.
- Özel yeteneklileri ve mental kapasiteleri 620’nin üzerinde olanları ayıklarsan öyle de denebilir.
- Kendi gezegenlerinde yok mu MK benzeri bir şey.
- Var. IQ diyorlar. Yeterince güvenilir. MK620, 140 IQ’ya karşılık geliyor. Bizim ortalamamız MK1000 ise 226 IQ.
- Ne diyorlardı kendi gezegenlerine bir daha söylesene.
- Dünya.

Konuşmanın burasında her ne kadar en yakın arkadaşı da olsa görev bölgesindeki gezegen hakkında vermemesi gereken bilgileri verdiğini fark etmişti. Konuşmak böyle acayip bir şeydi işte. Zihinsel iletişimin yanında demode, ama çocukluklarını hatırlattığı için heyecanlı. Sonrasında konuşmanın kontrolünü kaybetmiş ve şu an uğraştığı probleme sebep olmuştu. Arkadaşının kaybolduğu gezegene sıkıntı içinde bir daha baktı. Küçük mavi gezegen, başına ne işler açacaktı kim bilir?

- Böyle güzel isimleri nerden buluyorlar? Dünya ha!
- Hayal güçleri ve yaratıcılıkları bizden üstün de ondan.
- Bizden üstün mü? İlginç. Birkaçını yakalayıp getirsene yahu, bayağı merak ettim.
- İşte o imkansız. Koruma altındalar. Sistemlerinin dışına çıkarılmaları ve yakın temas kesinlikle yasak. Galaksideki en sıkı karantina uygulanıyor.
- Türleri yok olacakmış gibi görünmüyor, koruma ne için peki?
- İşte o tam bir sır. Söylentilere göre galaksinin geri kalanından daha yaratıcı olmaları ve bir yaratıcının olduğuna olan inançları yüzünden. O kadar çok spekülasyon var ki bu konuda.
- İnanç mı?
- Varsaymak anlamında işte. Son sınıfta bir derste gördük diye hatırlıyorum. Dış uzay medeniyetleri miydi neydi?

Sonra inanç ve yaratıcılık üzerine bir süre konuştular. Tanrı kavramı ise tamamen saçma gelmişti, hiç üzerinde durmadılar. Kendi medeniyetlerinde neden böyle kavramların olmadığını tartıştılar. Ulaştıkları nokta; yüksek mental kapasiteleri bu özelliklerini baskılıyor, belki de yok ediyordu. Teknolojik olarak o kadar ileri gitmişlerdi ki nerdeyse ihtiyaçları olan her şeyi elde edebiliyorlardı. Tüm galaksiyi yönetiyorlardı. İnançlara kimin neden ihtiyacı olsundu ki?

- Sana garip bir şey söyleyeyim; bu dünyalılar teknolojileri ile övünürler.
- Ha ha ha. Yıllardır gülmemiştim yahu. İnançları gözlerini kör etmiş. Ha ha ha. Bir yolunu bul, beni götür şu gezegene.

Nasıl ikna olmuştu, arkadaşını nasıl dünyaya indirmişti, her şeyi bulanık hatırlıyordu artık. Gerginlikten başı döner gibi olduğu sırada arama çalışmalarında daha dikkatli olunması talimatı geldi. Aceleden bir çok yerde dünyalılar tarafından görülmüşlerdi. Dünya medyasında UFO tartışmaları alevlenmişti yeniden.

- Buna yetkili olduğuna eminsin değil mi? Başını derde sokmayayım sonra.
- Talimatlarımın dışına çıkma yeter. Dil konusunda zorluk çekmezsin. Görüntünü mükemmel yaptık ama köpeklere dikkat et. Nasıl oluyorsa bu yaratıklar bazen bizi fark edip sorun çıkarıyorlar. Denize de girme. Yunuslar hemen tanır seni. Saldırgan olabilirler. Fazla da kalma istersen.
- Beş, altı dünya günü bana yeter.

Bu son cümlesinin üzerinden yirmi dünya günü geçmişti. Neredeydi kahrolası herif?

Güvercinlerin uçuştuğu bir meydandaydı. Geleli yarım saat kadar olmuştu. Kalbi hala çok hızlı çarpıyordu. İnsanlar ne kadar da neşeliydiler. Sakin davranmaya çalışıyor ama açık veriyordu. Elinde fotoğraf makinesi olan bazı insanların da kendisi gibi davrandığını fark etti. Biraz rahatladı.

- Nereye inmek istersin?
- Bu gezegenin yapay olmadığına emin misin? Şuraya baksana, aynı insan ayağı gibi.
- Yapaylık konusunda da söylentiler var. Dünyalılar oraya çizme diyor. Resmi adı İtalya. Soruma cevap vermedin, nereye indirelim.
- Çizmeye.

Meydandaki güvercinlerin ve neşeli bir gürültünün içinde bakınırken birden garip sesler duymaya başladı. Daha önce hiç duymadığı seslerin geldiği kafeye doğru ilerlerken, seslerdeki zamanlamanın matematiksel bir düzeni olduğunu fark etti. Frekanslar da başka bir düzeni oluşturacak şekilde değişiyordu. Kafenin önüne geldiğinde gezegen hakkında yeterince bilgi almadığını düşündü bir an.

- Şuradaki boş masaya geçebilirsiniz.
Garson gülümseyerek buyur ediyordu. Dikildiği yerden masaya doğru hareketlenirken seslerdeki ayrıntıları daha net keşfediyordu şimdi. Frekanslar bazen aynı anda çıkıyor, bundan yeni bir ses duyuluyor, sesler sanki kendini yeniden üretiyordu. Garsona espresso sipariş ederken sormaktan kendini alamadı:
- Bu ne tür bir matematik dersi?
- Ne dersi efendim, anlayamadım?
- Şu duyulan sesler.
Parmağını da sesleri işaret edermişçesine, havada oynatmıştı bunu söylerken. Garson biraz şaşırarak cevap verdi:
- Müzik mi?
- Adı bu mu?
- İlginç bir yaklaşımınız var efendim. Bunu unutmayacağım. Şeker ister misiniz?
- Hayır, teşekkür ederim.
Müziği dinlerken hayranlığı gittikçe artıyordu. MK’ları bu kadar düşükken nasıl olurda böylesine karmaşık matematiksel bağıntıları hem de seslerle ifade edebilirlerdi. Adı da güzeldi “Müzik”.

Garson kahveyi getirdiğinde yeni soruları hazırdı.
- Peki neden dinletiyorsunuz insanlara müziği?
Garson bu garip turistin hangi ülkeden geldiğini tahmin etmeye çalışırken zor soruya da cevap bulmaya uğraşıyordu.
- İnsanlar seviyorlar da ondan. Bunun için yapılmaz mı zaten müzik?
- Kim yapar?
Çok turist görmüştü, ama bu sabrını zorluyordu. Yine de makul bir cevapla geçiştirmeye çalıştı.
- Besteci. Bu çalanı Beethoven bestelemiştir mesela. 5. Senfoni. Çok yaratıcı bir adammış.

İnsanların yaratıcı özelliğine tanık olmuştu işte. Garsondan başka bilgiler alırken bir yandan da müziği dinliyor ama artık matematik analizini yapmıyordu, çünkü anlamlı değildi çok. Sesler müthiş güzeldi ama. Daha çok müzik bulabileceği bir yerin adresini almıştı garsondan. Kafeden uzaklaşırken garson arkasından seslendi:
- Adımı söylerseniz daha fazla yardımcı olurlar, ben Paolo.

Mağazaya girdiğinde duyduğu müzik karşısında bir daha afalladı. Kafede duyduğundan çok farklı seslerle karşılaşmıştı. Düşük frekanslı sert titreşimleri vücudunda hissediyordu, “güm güm güm”. Paolo’nun ismini duyunca tezgahtar gerçekten de ilgilenmişti kendisiyle. Uzun uzun konuştular ve epey müzik dinlediler.

- Peki şu duvardaki ne?
- Konser afişi. Bak bu konseri verenler çok iyidir. En iyisi muhtemelen. İstersen bilet temin edebilirim.
- En iyisi diyorsan tamam. Pembe Floyd ne demek? Floyd kim?
- Ha ha ha. Çok şakacısınız.

Keşke bir verici taksaydı üzerine, keşke bu kadar güvenmeseydi en yakın arkadaşına, keşke tutsaydı çenesini, dünyadan bahsetmeseydi. Bulamamışlardı işte. Kendine dahil kime nasıl hesap verecekti. Yörüngeden ayrılıp ayın dünyadan görünmeyen tarafındaki ana üsse dönme talimatını verdikten sonra biraz rahatlamak için bir müzik başlattı odasında. Kalp atışlarının arasından dünyalının sesi duyuldu:

- I've been mad for fucking years, absolutely years…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder